Ne zamandır gitmek istediğim ancak bir türlü gerçekleşmeyen Alucra seyahati sonunda nihayete erdi. Böylece yılda bir kez hiç gitmediğiniz bir yere gidin tavsiyesine uymuş oldum. Yanımda meslektaşım Ramis Baştuğ da vardı.
Giresun'un en uzak ilçelerinden biridir Alucra. Giresun istikametinden Alucra'ya iki farklı yoldan gitmek mümkün. Birincisi Dereli Şebinkarahisar güzergâhı, diğeri ise Yağlıdere Kurtbeli güzergâhı. Daha kısa olması ya da bizim bulunduğumuz yere daha yakın olması nedeniyle biz gidiş yolumuzu Yağlıdere yolu üzerinden gerçekleştirdik. Yağlıdere boyunca yolları aşa aşa, kemer köprüleri seyrede seyrede Çakrak’a çıktık. Çakrak’ta bir çay molası. Denizden uzaklığı 72 km olan Çakrak'ta hemen bir kilise ile karşılaşıyor insan. Bu kilise Rumlardan kalma. Yoğun bir Rum nüfusunun yaşadığı biliniyor burada önceden. Kilisenin içinin bölmelerinde hasarlar oluşmuş, çatısı ise hiç yok. Tarihi bir eser olması açısından buranın tadilata alınmasının uygun olacağı kanaatindeyim. Yolumuza devam ederken yayla havası iyiden iyiye hissettiriyor kendisini. Çam ormanları başlıyor. Kurtbeli geçidine vardığımızda iyice yükseldiğimizi fark ediyorum. Hayli yüksek bir yer burası. Kurtbeli tabelası çarpıyor gözümüze ve rakımın 2160 olduğu yazıyor üzerinde. Haziran ayının sonu olmasına rağmen üşüyor insan. Güzel bir cami yapmışlar buraya. Kurtbeli geçidinin solunda kalan caminin hemen yakınından Kazıkbeli yaylasına da gidilebiliyor. Biz rotamıza devam ediyoruz. Artık zirveden alçalmaya başlıyoruz. Yollarda rengârenk çiçekler bizi karşılarken iklimin de değişmeye başladığını hissediyoruz. Karasal iklime doğru bir geçiş noktası burası. Ağaçlar epey seyrekleşiyor, tabiat çıplaklaşıyor. Ama çiçeklerin renkleri ne kadar da hoş. Birçok renk ve çeşitte çiçek var burada.
İlk defa gittiğimden midir bilmiyorum Alucra'yı bir an önce görmek istiyorum. Sonra devam ederken bir çeşmeye rastlıyorum yolun solunda. İnsanlar durmuşlar su içiyorlar buz gibi sudan. O da ne. Karşıki dağın yamacından up uzun bir kaya silsilesi. Sanki yol yapmışlar ve kenarlarına kayaları sütun gibi dizmişler. Ama öyle değil tabi. Doğal bir yapı bu. Sonra devam ediyoruz yolumuza. Ve bir ovanın içinde Alucra bize uzaktan merhaba diyor, hoş geldiniz diyesi geliyor. Alucra'yı fotoğraflardan görürdüm ve aynen gördüğüm gibi de bir manzarayı umumiye ile karşılaştım. Çok güzel bir yere kurulmuş. Coğrafi alanı koca bir ili içine alacak büyüklükte. Uzaktan Alucra'yı fotoğraflıyoruz. Çiçekler o kadar güzel ki buraya insan sevgilisi ile gelmeli ona çiçek hediye etmeli. Bu çiçekler aynı zamanda tam da arıların aradığı şeyler. Alucra'ya girerken çevre yolu ile karşılaşıyoruz. Bu yol Giresun- Dereli Şebinkarahisar- Sivas yolunu Şiran- Kelkit Erzincan yoluna bağlıyor. Hemen karşımıza Alucra Devlet Hastanesi çıkıyor. Az ilerledikten sonra şehir merkezi tabelasını görüyoruz. Ve oradan sola doğru bir dönüş yapıyoruz. Alucra Ulu Cami’nin arkasında bir yer bulup aracımızı oraya park ediyor ve biraz soluklanıyoruz. Alucra Ulu Caminin inşaatına 1967'de başlanmış ve 1971'de ibadete açılmış. Bu caminin hemen alt sokağında mimari yapısı ile dikkat çeken tarihi bir bina gözümüze çarpıyor. 1881'de kurulan Düyunu Umumiye İdaresine ait bina olarak 1899’da yapılmış ve hizmet vermiş. Binanın yanında var olduğu söylenen ama şimdilerde park alanı olan yerdeki konakta İngiliz temsilciler tahsildarlık yapmışlar.
Burada bir ahbabımız, abimiz var ki adı Erdem Ekşi. Esnaflık yapıyor kendisi ve nalbur. Kendisini hakikaten yetiştirmiş, okumaya adamış, yöresini, kültürünü, geçmişini çok iyi bilen biri. Dolu dolu bir insan Erdem Abi. Alucr'ya varınca onu aramasam olmazdı. Hemen geldi yanımıza. Sohbetinden hayli istifade ettik. Burada kış ağır geçerdi eskiden, havası sertti. Şimdi geçmişe nazaran biraz daha iyi diyor. Buradaki yerli ahali hayvancılık ve az da olsa buğday ekimi ile geçim sağlıyormuş.
Alucra geçmişi çok eski bir yerleşim yeri. Öyle ki Hititlere dayanan bir tarihi var. İskitler, Medler, Persler, Romalılar, Bizanslılar ve Selçuklulara da ev sahipliği yapmış. Fatih döneminde Otlukbeli savaşından sonra tamamıyla Osmanlıların eline geçmiş. Burası göç yolları üzerinde olması nedeniyle doğudan gelen göçlerin uğrak yeri olmuş.
Alucra isminin Hititlerden önce bölgede yaşayan Luvilere dayandığı ve Luvi dilinde gümüşün yurdu manasına geldiği söyleniyor. Bölgede alıç (aluç) meyvesinin bol olması nedeniyle o isim ile özdeşleştiği de söylenmektedir. Diğer bir rivayette ise Fatih Sultan Mehmet'in Şebinkarahisar'da iken elini Alucra yönüne uzatarak el-ücra dediği belirtilmektedir. Burada Hititlere ait tümülüslerin olduğu, kral mezarlarının bulunduğu tahmin ediliyor. Alucra'da Rumlara ait kilise kalıntılarına da yer yer rastlanıyor. Bunlardan birisi de Kamışlı kilisesi. Kamışlı'da bolca Rum yaşıyormuş. Kilise ayakta duruyor ama restore edilmesi gerekiyor. İlçenin kenarlarında yer yer kalelere rastlanmaktadır. Kamışlı ve Viran kaleleri buna örnektir.
16. ve 17. Yüzyıllarda Anadolu'da merkezi otoritenin bozulması sonucu ortaya çıkan Celali İsyanları Alucra'yı da oldukça etkilemiş. Sadrazam Kuyucu Murat Paşa'nın 1607-1608 yılları arasında eşkıya avına çıktığı ve bu bölgede bolca eşkıyayı öldürttüğü, cesetlerin, bağırsakların dereye karıştığı ve bu nedenle Alucra içerisinden geçen derenin Bağırsak Deresi olarak adlandırıldığı bilinmektedir. Burada İnce Dere ve Moran Deresi de bulunuyor.
Alucra Birinci Dünya Savaşı sırasında Kafkas Cephesinin son savunma hattında karargâh merkezi olarak kullanılmış önemli bir yerdir. 14 Ağustos 1916 tarihli kısım komutanlıklarında Harşit ve çevresini içerisine alan 3'üncü Mıntıka Komutanı 5'inci Kolordu Komutanı Mirliva Fevzi Paşa olup karargâhı Alucra'nın Zihar köyünde konuşlanmıştı. 11'inci Kolordu Komutanı ise Miralay Selahattin Adil Paşa olup karargâhı Alucra'nın Zun köyünde idi. 23 Eylül 1916 tarihindeki yeni teşkilatlanmaya göre kolordular tümen seviyesine indirilince 5'inci ve 11'inci kolordular tümen olmuş ve 37'nci tümen ile birlikte 2'nci Kafkas Kolordusunu oluşturmuştur. Yeni kolordunun komutanı yine Fevzi Paşa idi. Fevzi Paşa bu bölgeye adeta damgasını vurmuş, bölge halkının sevgisini kazanmıştı. Fevzi Paşa buranın insanının çok vatanperver olduğunu, devlete çok bağlı olduğunu hissettiği için buranın yetim çocuklarını ülkenin çeşitli yerlerinde okutmuştur. Onun 5 Temmuz 1917'de Diyarbakır'a atanması ve 18 Temmuz'da bölgeden ayrılmasıyla yerine Yakup Şevki Paşa 2'nci Kafkas Kolordusu komutanı olmuş ve Rusların geri çekilişinden sonra da düşmanı temizlemek için ileri harekâta katılmıştır. Fevzi Paşa'nın karargâh olarak kullandığı Zihar köyünün adı daha sonra paşaya atfen Fevzi Çakmak köyü olarak değiştirilmiştir.
30 Haziran 1917'de çift motorlu bir Rus uçağının Kelkit'e inmesi gerekirken sehven Alucra'ya inmesi nedeniyle uçağa al konularak pilotları esir alınmıştı. Türk uçak pilotlarından Vecihi Bey (Hürkuş) ilk defa gördüğü bu yeni model uçağı birkaç gün uçurarak 3'üncü Ordunun karargâhı olan Suşehri'ne indirmeyi başarmıştı.
Bu dönemde Alucra'da seyyar hastaneler kurulduğu gibi aynı zamanda Harşit cephesinin en büyük silah tamirhanesi de burada idi. Cephedeki ağır silahlar ve topların tamiri burada yapılıyordu.
Kamışlı'da daha önceden Topcam'ın Hanzar değirmeni diye meşhur bir değirmenin olduğu ve suyunun Bağırsak deresinden sağlandığı belirtiliyor. Bu değirmende geçen kısa bir olayı Erdem Ekşi anlattı biz dinledik. Olaya göre, bu bölgede Türkler ile Rumlar iç içe yaşıyor ve değirmende de unlarını birlikte öğütüyorlarmış. Harşit Savunması sırasında Türk ordusu dağlara çekilip savunma hattı oluşturduğu zaman Şiran tarafından top sesleri geliyordu. Değirmende un öğüten bir Rum kadınının arkasındaki çocuk bu top seslerinden korkmuş ve ağlıyormuş. Ağlama oğlum ağlama Rum deden, Rus deden geliyor demiş kadın çocuğunu teselli babında. Onu duyan yerli kadınlardan biri Rum kadını dövmüş. Ve sonra ona dönüp Rum deden, Rus deden gelsin seni kurtarsın diye de söz etmiş.
Şebinkarahisar'ın il olması nedeniyle 1933 yılına kadar oraya bağlı olarak kaza olan Alucra bu tarihte Şebinkarahisar'ın ilçeye indirgenmesiyle oradan ayrılarak Giresun'a bağlanmıştır. Alucra 1939 Erzincan depremini derinden hissetmiş ve depremde epey can ve mal kaybı olmuş.
Eskiden beri Alucra'dan çeşitli yerlere göç olmuş. Bu göçler 1970'lerde artmış, 1980'lerde hız kazanmış ve özellikle İstanbul bu göçlerin merkezi olmuştur. Bunların dışından Karadeniz sahilinde Samsun, Ordu, Ünye, Fatsa, Bulancak, Giresun, Espiye, Yağlıdere, Tirebolu, Görele gibi yerlere de göçler olmuş. Gurbette bolca para kazanan Alucra ahalisi ilçesine, köylerine güzel evler yapmış. Şimdilerde 6 mahallesi, 38 köyü olan Alucra'da 2021 yılı sayımlarına göre merkez mahalle ve köylerde 8.892 nüfus yaşıyor. Bu nüfusun 4.341’i şehir merkezinde ikamet ediyor.
Az nüfus nedeniyle oldukça sessiz Alucra. Tabiatla baş başa. Görmeyenler için görülmesi gereken güzelliklere sahip bir ilçe. İyi ki gelmişiz Alucra’ya. İyi ki görmüşüz buraları. İnşallah başka bir zaman, başka bir vesile ile bir daha gitmek isteriz.
Okunma Sayısı: 255